Kelimelerden Güçlenmeye: Edebiyatta Cinsiyet Eşitsizliğiyle Yüzleşmek

*English Version of the Blog Post is Here

Bir kitabı okurken öncelikle nelere dikkat edersiniz? Hangi unsurdur sizi en çok düşündüren, kitap hakkındaki yorumlarınızda belirleyici olan?

Benim için bu minvaldeki unsurlardan bir tanesi erkek veya kadın bir yazarın karşı cinsi olan bir karakteri nasıl işlediğidir.

Günümüzde kadınlar tarafından kaleme alınan erkek karakterlere olan ilgi ve bu durumun üzerine konuşulan, çokça ele alınan bir konu olması bu eğilimimi destekler nitelikte.

Açıkça bir kadın yazarın bir erkeği tasvirinden ve maskülenliği ele alış biçiminden farklı bir beklentimiz var. Sadece karakterlerin de değil bir aşkın, bir acının, belki de yalnızca bir anının kadınlar tarafından ifade edilmesine karşı bir açlığımız var. Daha genel bir ifadeyle sanata konu olan bir durumun veya duygunun doğru ve asıl ifadesine ulaşmanın yalnızca erkeklerin ele alış biçimleri ve perspektifleri ile mümkün olmadığına inanıyorum.

Aslında tarihim ve kültürüm ile ilgili oluşmuş değer yargılarımın birçoğunun altında bir erkeğin imzası var. Bunun önemli bir detay olduğunu düşünmemiş olsak da tam da bu noktadan doğan eşitsizliklerle boğuştuğumuza inanıyor, anlatılmış bütün hikayeleri o hikayelerin merkezindeki kadınlardan da dinlediğim bir ütopya hayal ediyorum.

Beni bu düşüncelerimde aydınlatan şey, toplumsal cinsiyet ve cinsiyet rolleri üzerine yaptığım araştırmalarda karşılaştığım bir tez oldu. Bu teze göre erkekler tarafından kadını konu alan tasvirler ve betimlemeler; sıklıkla kadınların mekana ve yine erkeğin perspektifinden belirlenmiş bir hiyerarşiye göre konuşma tarzlarından ve sıklıklarından, giyimlerine, sosyalleşme biçimlerine kadar toplumun algısını etkileyerek bir ideal kadın figürünün oluşmasına sebep olmuştur.

Kadının kendi sınırları ve özgürlükleri ile ilgili bir söz hakkı olmamıştır. Böyle bir durumda bizlere yansıyan bu sınırların ve özgürlüklerin ne kadar doğru olduğunu düşünebiliriz ki?

İncelediğim başka bir kaynakta yukarıda bahsedilene benzer bir manipülasyon dini ve siyasi kanunlar içerikli bir örnekle açıklanmıştır. Kaynağa göre, bugüne kadar oluşturulmuş dini ve siyasi kanunların çoğu insanların değer-yargıları öncül tutularak, başka bir deyişle toplumun ideallerine göre düzenlenmemiştir. Dönemin hükümdarı veya dinen hükmü olan (sözü geçen) şahsın idealize ettiği düzen, toplum, ahlak ve yaşayışa göre düzenlenmiştir ve hitap ettiği toplum tarafından esas kabul edilmesi beklenmiştir.

Aynı erkeğin kadını kendi ideallerine göre şekillendirişi ve eğer kadın bu ideallere göre yaşamazsa absürt kabul edilmesi gibi. Yine de kadınlar ellerine geçen her fırsatta kendilerine verilen bu fanusa sığmadıklarını, dayatılmış formlara, kalıplara boyun eğmediklerini beyan etmişlerdir. Gerçekleştirilmesi sözün söylendiği kadar kolay olmayan bu beyan etme, isyan etme olaylarının nüksetmesi, kolaylaşma yolunda ilerlese de dünden bugüne amaçlanan ivmeye ve etkiye ulaşmamıştır.

Belki de biraz bu yüzden, bu beyanların hiçbiri kadının tarih boyunca karşı cinsleri tarafından sıkıştırılmış kimliklerinin acısını gidermiyor ki bu açlık hala bu cinsin zihninde, kalbinde, kendi jenerasyonumun dahi kitap seçimi gibi küçük meselelerinde saklı ve yaşamaya devam ediyor.

Bu durum beni cinsiyet rolleriyle de farklı bir boyuta ulaşan toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin kaynağını düşünmeye itiyor. Toplumsal cinsiyeti birçok tarihçi ve araştırmacı farklı açılardan ele almayı ve tanımlamayı başarmıştır.

Çünkü toplumsal cinsiyet toplumun kültürel yapısından oldukça etkilenen, bu bağlamda çeşitlenen bir kavramdır. Bu kavram hakkında oldukça ilginç ve derin olduğunu düşündüğüm yorumlardan birini tarihçi

Joan Scott şu sözleriyle ifade etmiştir: “Toplumsal cinsiyet, cinsiyetler arasında algılanan farklılıklara dayalı sosyal ilişkilerin asli unsuru; güç ilişkilerini göstermenin başlıca yoludur.”

Bu ifade açıkça eşitsizliğin yaşamımıza olan etkisinin bu denli büyük olmasının asıl sebebine, kaynağına işaret etmekte.

Toplumsal cinsiyet birçok farklı alanda birçok farklı niyetle gündeme getirilebilecek, köklülüğünden ve gelenekselliğinden halihazırda yararlanılan bir oluşumdur. Bu yüzdendir ki toplumun her ortak paydasında, başta sosyal ve ana akım medya olmak üzere, en basitinden kendi evimizin, yaşam alanımızın sınırları içerisinde bile toplumsal cinsiyet ile ilgili bir algıya rastlayabilir, bir eşitsizliğe tanık olabiliriz.

Peki nedir bu toplumsal cinsiyet eşitsizliği? Gündemimizin değişmez başlığı haline gelen Toplumsal cinsiyet eşitsizliği, toplumun cinsiyetlerin farklılıklarından yola çıkarak eril düzene işaret etmesiyle eril yaklaşımın hakimiyetinin bir çeşit ifadesidir. Bu noktada eril ve dişil ikili sisteminin sosyal tanımları, tarihin toplumsal sürecinde neyi temsil ettikleri ele alınmalı; eşitsizliğin hayatımızın çeşitli alanlarına nasıl yayıldığı temeline inilerek gözlemlenmelidir.

Daha önce de bahsettiğim gibi insanlık tarihinin temellerinde erkekmerkezcilik yatıyor ve oluşmuş bu bilinç, bu düşünce yapısı toplumun kültürünü büyük çapta etkilemiştir. Bir terim olarak erkekmerkezcilik ya da androsentrizm, bilinçli yahut bilinçsiz bir şekilde kişinin dünya görüşünü eril perspektif ile oluşturmasıdır. Kültür ve tarih ele alınırken erkeğin düşünce, eğitim ilgi ve çıkarlarını merkeze alan; betimleme, açıklama ve yorumları bu doğrultuda yapan bu yaklaşım, kadınlığı marjinalleştirmektedir.

Kadının perspektifinden bakmak ve anlatılanı kadının cümleleriyle anlama arzumuz biraz da buradan geliyor. Kadını ve kadınsılığı marjnal görmek, kadının doğasını absürt kılmak erkeğin sürekli müdahalesini meşrulaştırmaktır. Bu da doğal olarak toplumsal düzeyde bir eşitsizliğe zemin hazırlar.

Toplumun her kesimine tezahür eden bir toplumsal cinsiyet eşitliğinden bahsedebilmemiz için öncelikle kadının varlığını ve bireyselliğini, doğasının getirdiklerini kabul etmemiz gerekir. Aksi takdirde bu deneme de dahil olmak üzere bu konuya dair yapılan bütün araştırmalar topluma aktarılmaya çalışılan birer telkin olarak kalacaktır.

Şevval Çayır

V4H Sociology Team

Previous
Previous

From Words to Empowerment: Gender Inequality in Literature

Next
Next

Gendered Foods